Tarçın&Duman
iyikus.com Üyesi
Merhaba,
8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde küçük bir muhabbet kuşu sahiplenmiştik. Yabancı forumlarda mauve mutasyon dedikleri, leylak renkli, japon bakışlı, küçük kirpikli, akıllı mı akıllı; benim ilk görüşte tam bir survivor olacak bu dediğim minnacık bir kuştu. Küçük kağıtlar içine bu mutasyondaki kuşlara verilebilecek isimleri yazıp kura çektim. Çakıl çıktı :m9: İsimlerin arasında Bulut, Ares, Karam, Fındık vardı.
İlk geldiği gün elimde uyuttum; daha 25-28 günlüktü. Kendim evde mama yaptım; hatta tarifine de bu siteden baktım. O kadar akıllıydı ki onu beslemeye çalıştığımı anladığı için kaşıktan kendi yedi mamayı. Hatta sultan papağanım için aldığım daldarıyı da yedi afiyetle. O gece elbette ki uyuyamadım. Ona polar bir battaniyeden küçük bir parça kesmiştim. Kafesinin altına dışkıları ile teması minimum olsun diye, mısır granülü serdim, üstüne kağıt havlu, üstüne de polar parça içinde sarmaladığım bu küçük yavruyu.
Gece tekrar beslerim diye bir kalktım ki ne göreyim; bizimki çıkmış yanına koyduğum daldarıyı kemiriyor gecenin karanlığında. Nasıl sevindim o an anlatamam.
Tam bir survivor dedim; ya da öyle olmasını çok istedim. 

Yine biraz mama yaptım, su içirdim, besledim. Bizimki artık epey bir daldarı ve aspur yemeye başlamıştı. O yüzden diğer günler arada ona yardım ediyor, yemlerinin olduğu kafesin zeminine götürüyor, kafasını hafif okşayıp öne yatırarak gagasını aspurların arasına sokuyordum
Derken bir şey dikkatimi çekti; hafif halsizdi yavrucak, kanat ve kuyruk tüylerini çekmişti. B vitamini takviyesi yaptım. Üreticisine sordum, nefes alırken zorluk yaşıyor sanki, kursağını fazla şişiriyor sanki dedim, video ve dışkısını gönderdim. Henüz çok yavru, buradayken sağlılıydı. Zamanla düzelir dedi.
Ama bizimki genellikle gözleri kapalı oturuyordu. Küçük olsa da kafesin dibinde oturmaktan sıkılmıştı ve sultan papağanım için aldığım kalın tahta tüneklerden birini kafesine taktım. Hemen çıktı yine sakince oturmaya başladı. Dedim böyle olmaz, dört tane tahta tünek sipariş ettim. Kafes büyüktü; karşılıklı olarak bir tünekten bir tüneğe zıplayacak şekilde taktım hepsini. Öyle de yaptı minik; kafes zeminindeki yemlere erişmek için merdiven gibi kullandı tünekleri. Bir de karnını doyurunca yarasa gibi zeminden tellere zıplaması vardı ki evlere şenlikti
Ben tabii epeydir muhabbet beslememiştim, sultan papağanından alışmışım; ağır ağır hareket eder bizimki, zıplayamaz bir tünekten diğer tüneğe. O yüzden tüneklerin ucu birbirine değip geçmesini kolaylaştıracak şekilde takmıştım sultanın kafesindeki tünekleri ya
Ne diyordum; küçük olan halsizdi sürekli. Hareketlensin, canlansın diye sultan ile küçüğü tanıştırmak için kafeslerini yan yana koyuyordum falan derken bir gün cesaret ettim, Duman'ı (sultan papağınımız) Çakıl dışarıdayken kafesten çıkardım. Uzun bir L koltuğumuz var salonda, küçük onun üstünde duruyordu. Duman da geldi hemen. O sultanlara özgü ilk seferki temkinli haliyle ibiğini dike dike yaklaştı; kuyruğuna dokundu, ayağına dokundu. Ben tabii hemen yanı başlarında, elim havada, her an bir şey olursa diye yavruyu almak ya da Duman ile aralarına set çekmek için oradaydım. Ama hiç de korktuğum gibi olmadı. Çok çabuk alıştılar birbirlerine. Küçük Çakıl bana gerek duymuyordu hiç. Duman ayağına ya da kuyruğuna hamle yaparsa hemen derinden bir ciiik sesiyle karşılık veriyor onu durduruyordu.
Duman'a "Hayır" komutunu öğretmiştik. Ona ne zaman yapma dediğimizi bilirdi. Duman'a hayır diye diye bu defa küçük olan Duman'ın peşinde koşturmaya başlamıştı. Yerde halının üstünde bir koşturmacaları vardı ki kahkaha krizine girdim. Evde hiç böyle iki kuşum olmamıştı. O an benden mutlusu yoktu.


Ertesi gün Çakıl'ın iştahı kesildi. Sabah kursağını kontrol ettiğimde her zamanki gibi dolu olmadığını gördüm. Hemen onu yine mutfak masama götürdüm, bir hemşire edasıyla malzemelerimi masaya sıraladım; başladım onu yemeye teşvik etmeye. Hiçbir şey yemek istemedi. Dışkısı düzgündü, kıvrık, canlı bir yeşil, beyaz olan kısmı olması gerektiği renkte vesaire.
Elimde grit kuş kumum vardı; daha yavrunun kafese koymamıştım. Dedim bir onu vereyim. Onu verdim biraz gagaladı. Sonra zor nefes almaya başladı. Korktum, hafif kursağını bastırdım derken kendine geldi. Suyu önüne getirdim; su içti, biraz daha kumu gagaladı, daldarı ve aspura saldırdı. Şişirdi kursağını. Oh dedim, bir şey olmadı. Koydum kafese. İşte ilk orada gördüm iki defa öğürme dibi bir hareket yaptı. Bir suratım asıldı; nereden çıktı bu şimdi diye. Sonra bir daha yapmadı. Bir iki adet sulu dışkıladı; suluğuna probiyotik koydum. Kana kana içti yine. Keyfi yerindeydi. Parmağıma aldım, hemen kendini temizlemeye başladı ve beni de merak etti; burnuma dokundu minik gagasıyla bu kocaman canlı da ne o la ki, diye...
O gün Duman'dan ayrı tuttum onu. İkisini birlikte açmadım. Küçüğü yanıma aldım, kaloriferin yanına. Dışkısı düzelmişti. Yine kıvrık ve yeşil yapmıştı. Tüm gün keyfi yerindeydi; Duman'ın oyun alanını şimdiden keşfe çıkmıştı. Duman'ın girmediği, keşfetmediği yerlerine gitti o cambaz ve zıpır haliyle. Akşam oldu, kafesine koydum, kursağı taş gibiydi, epey yemişti. Hafif hafif burnundan ses geliyordu; hemen onu da videoya aldım ne olur ne olmaz diye.
Biz yanında otururken kafasını tatlı tatlı arkaya koydu ve bize bakarak uyuklamaya başladı. Örttüm üstünü yine battaniye ile kafesin, kaloriferin yanındaydı; önünü açık bıraktım. Sıcacık oldu kafesin içi.
Sabah saat 9'da kalktım. Bir baktım, Çakıl en alt tünekte. Gözlerine bir şey bulaşmış gibi, kursağı bomboş. Önce anlamadım, sonra fark ettim ki kusmuş. Hemen aldığım kişi le iletişime geçtim. Tüm semptomları söyledim; dışkı fotoğraflarını gönderdim. Çektiğim videoları gönderdim. Akşamki çektiğim, burnundan ses geldiği, göğsünü şişire şişire nefes aldığı videoyu gönderdim. Sağlıklı duruyor burada, birden sabah ne oldu dedi...
Elma sirkeli su verin, ben mantarı öyle tedavi ediyorum dedi. Biraz ağzına dediği gibi elma sirkeli su damlattım. Çünkü o lıkır lıkır su içen minik kuş artık su da içmiyordu, yem de yemiyordu. Ve durumu epey kötüye gidiyordu. Kusmaya başladı; sarı ve yemli bir kusmuk attı gagasından. İnternetten baktım; enfeksiyon diyordu böyle sarı kıvamlı bir kusmuk için. Dedim ben ilaç tedavisine başlamak istiyorum; dışkısı da bozuldu birden bire. Kopkoyu, yeşil sulu dışkı yapmaya başladı. Tir titriyordu hayvan. Mikostatin aldım eczaneden. Üreticinin yönlendirmesiyle yarım suluğa dört damla damlattım; ona da veteriner hekim söylemiş. Onu içirdim önce yavruya. Sonra mama yaptım, yumurtasız. Onu verdim damlalıkla gagasını açtırarak. Ama sürekli kursağı hava doluyordu; ben de yanlardan yavaşça bastırarak havayı çıkartıp tekrar beslemeye devam ediyordum.
Baktım yüzde yetmişi doldu kursağının. Bıraktım biraz dinlensin. Epey de yıpratıyorduk çünkü elle besleyeceğiz diye. Tüyleri hep mama kalıntılarıyla doluydu. Açmıyordu gagasını, istemiyordu sanki daha yaşamak
Birkaç saat sonra baktım, kursağı yine boşalmış. Sulu ve koyu renk dışkılamaya devam ediyordu. İlaçlı suyu yeniden yaptım verdim miniğe. Elimde bayılır gibi oldu. Halbuki bir iki damla bile zor veriyordum. Eyvah diyordum, çok ağır geliyor. Masaya koydum yine; bir kafasını salladı, kendine geldi. Yine epey uğraşarak ve onu epey yorarak biraz besledim. Artık kendi kendine darı yemesini istiyordum. Böyle üzüyordum onu. Bir haftadır bana yumuşacık davranan bu insanlar, niçin gagama zorla bu kocaman plastik şeyi sokuyorlar diyordu muhtemelen (damlalık)
Onu o eski polar parçaya sardım yine, bu defa kafesi olmadan, zigon bir sehpanın üzerinde kaloriferin yanına yanaştırdım. Arada bir içinden çıkıyordu, ah diyordum kendine geliyor. Aspur uzatıyordum; yemiyordu.
İki saat geçti, akrep öğleden sonra 4'ün üzerine geldi. Biraz temiz, ilaçsız su içireyim suluktan dedim. Suluğa doğru yine kafasını okşayarak yaklaştırdım. Tam o anda kaskatı kesildi ve en korktuğum şey oldu; ellerimde melek oldu.
Daha oyuncaklarını bile yapmaya başlamamıştım. Pipetlerden, halatlardan, sokaktan bulup kuruttuğum akasya ağacından yapacağım oyuncaklar vardı ona. Çok erken gitti, daha 40 günlük bile olmamıştı belki. Dışarıyı gösterememiştim ona. Abisi Duman ile daha çok oyunlar oynayacaklardı. Peşinde koşturacaktı onun, ibiklerini çekiştirecekti, belki zorla sırtına binip daha da sinir edecekti bizim zıpır deliyi.
Doyamadım hiç Çakıl'a.
Zaten nasıl doyulurdu ki böyle tatlı bir minik kuşa?

Keşke sonun böyle olmasaydı mis kokulu küçüğüm. Keşke...
8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde küçük bir muhabbet kuşu sahiplenmiştik. Yabancı forumlarda mauve mutasyon dedikleri, leylak renkli, japon bakışlı, küçük kirpikli, akıllı mı akıllı; benim ilk görüşte tam bir survivor olacak bu dediğim minnacık bir kuştu. Küçük kağıtlar içine bu mutasyondaki kuşlara verilebilecek isimleri yazıp kura çektim. Çakıl çıktı :m9: İsimlerin arasında Bulut, Ares, Karam, Fındık vardı.
İlk geldiği gün elimde uyuttum; daha 25-28 günlüktü. Kendim evde mama yaptım; hatta tarifine de bu siteden baktım. O kadar akıllıydı ki onu beslemeye çalıştığımı anladığı için kaşıktan kendi yedi mamayı. Hatta sultan papağanım için aldığım daldarıyı da yedi afiyetle. O gece elbette ki uyuyamadım. Ona polar bir battaniyeden küçük bir parça kesmiştim. Kafesinin altına dışkıları ile teması minimum olsun diye, mısır granülü serdim, üstüne kağıt havlu, üstüne de polar parça içinde sarmaladığım bu küçük yavruyu.
Gece tekrar beslerim diye bir kalktım ki ne göreyim; bizimki çıkmış yanına koyduğum daldarıyı kemiriyor gecenin karanlığında. Nasıl sevindim o an anlatamam.



Yine biraz mama yaptım, su içirdim, besledim. Bizimki artık epey bir daldarı ve aspur yemeye başlamıştı. O yüzden diğer günler arada ona yardım ediyor, yemlerinin olduğu kafesin zeminine götürüyor, kafasını hafif okşayıp öne yatırarak gagasını aspurların arasına sokuyordum

Derken bir şey dikkatimi çekti; hafif halsizdi yavrucak, kanat ve kuyruk tüylerini çekmişti. B vitamini takviyesi yaptım. Üreticisine sordum, nefes alırken zorluk yaşıyor sanki, kursağını fazla şişiriyor sanki dedim, video ve dışkısını gönderdim. Henüz çok yavru, buradayken sağlılıydı. Zamanla düzelir dedi.
Ama bizimki genellikle gözleri kapalı oturuyordu. Küçük olsa da kafesin dibinde oturmaktan sıkılmıştı ve sultan papağanım için aldığım kalın tahta tüneklerden birini kafesine taktım. Hemen çıktı yine sakince oturmaya başladı. Dedim böyle olmaz, dört tane tahta tünek sipariş ettim. Kafes büyüktü; karşılıklı olarak bir tünekten bir tüneğe zıplayacak şekilde taktım hepsini. Öyle de yaptı minik; kafes zeminindeki yemlere erişmek için merdiven gibi kullandı tünekleri. Bir de karnını doyurunca yarasa gibi zeminden tellere zıplaması vardı ki evlere şenlikti

Ben tabii epeydir muhabbet beslememiştim, sultan papağanından alışmışım; ağır ağır hareket eder bizimki, zıplayamaz bir tünekten diğer tüneğe. O yüzden tüneklerin ucu birbirine değip geçmesini kolaylaştıracak şekilde takmıştım sultanın kafesindeki tünekleri ya
Ne diyordum; küçük olan halsizdi sürekli. Hareketlensin, canlansın diye sultan ile küçüğü tanıştırmak için kafeslerini yan yana koyuyordum falan derken bir gün cesaret ettim, Duman'ı (sultan papağınımız) Çakıl dışarıdayken kafesten çıkardım. Uzun bir L koltuğumuz var salonda, küçük onun üstünde duruyordu. Duman da geldi hemen. O sultanlara özgü ilk seferki temkinli haliyle ibiğini dike dike yaklaştı; kuyruğuna dokundu, ayağına dokundu. Ben tabii hemen yanı başlarında, elim havada, her an bir şey olursa diye yavruyu almak ya da Duman ile aralarına set çekmek için oradaydım. Ama hiç de korktuğum gibi olmadı. Çok çabuk alıştılar birbirlerine. Küçük Çakıl bana gerek duymuyordu hiç. Duman ayağına ya da kuyruğuna hamle yaparsa hemen derinden bir ciiik sesiyle karşılık veriyor onu durduruyordu.
Duman'a "Hayır" komutunu öğretmiştik. Ona ne zaman yapma dediğimizi bilirdi. Duman'a hayır diye diye bu defa küçük olan Duman'ın peşinde koşturmaya başlamıştı. Yerde halının üstünde bir koşturmacaları vardı ki kahkaha krizine girdim. Evde hiç böyle iki kuşum olmamıştı. O an benden mutlusu yoktu.


Ertesi gün Çakıl'ın iştahı kesildi. Sabah kursağını kontrol ettiğimde her zamanki gibi dolu olmadığını gördüm. Hemen onu yine mutfak masama götürdüm, bir hemşire edasıyla malzemelerimi masaya sıraladım; başladım onu yemeye teşvik etmeye. Hiçbir şey yemek istemedi. Dışkısı düzgündü, kıvrık, canlı bir yeşil, beyaz olan kısmı olması gerektiği renkte vesaire.
Elimde grit kuş kumum vardı; daha yavrunun kafese koymamıştım. Dedim bir onu vereyim. Onu verdim biraz gagaladı. Sonra zor nefes almaya başladı. Korktum, hafif kursağını bastırdım derken kendine geldi. Suyu önüne getirdim; su içti, biraz daha kumu gagaladı, daldarı ve aspura saldırdı. Şişirdi kursağını. Oh dedim, bir şey olmadı. Koydum kafese. İşte ilk orada gördüm iki defa öğürme dibi bir hareket yaptı. Bir suratım asıldı; nereden çıktı bu şimdi diye. Sonra bir daha yapmadı. Bir iki adet sulu dışkıladı; suluğuna probiyotik koydum. Kana kana içti yine. Keyfi yerindeydi. Parmağıma aldım, hemen kendini temizlemeye başladı ve beni de merak etti; burnuma dokundu minik gagasıyla bu kocaman canlı da ne o la ki, diye...
O gün Duman'dan ayrı tuttum onu. İkisini birlikte açmadım. Küçüğü yanıma aldım, kaloriferin yanına. Dışkısı düzelmişti. Yine kıvrık ve yeşil yapmıştı. Tüm gün keyfi yerindeydi; Duman'ın oyun alanını şimdiden keşfe çıkmıştı. Duman'ın girmediği, keşfetmediği yerlerine gitti o cambaz ve zıpır haliyle. Akşam oldu, kafesine koydum, kursağı taş gibiydi, epey yemişti. Hafif hafif burnundan ses geliyordu; hemen onu da videoya aldım ne olur ne olmaz diye.
Biz yanında otururken kafasını tatlı tatlı arkaya koydu ve bize bakarak uyuklamaya başladı. Örttüm üstünü yine battaniye ile kafesin, kaloriferin yanındaydı; önünü açık bıraktım. Sıcacık oldu kafesin içi.
Sabah saat 9'da kalktım. Bir baktım, Çakıl en alt tünekte. Gözlerine bir şey bulaşmış gibi, kursağı bomboş. Önce anlamadım, sonra fark ettim ki kusmuş. Hemen aldığım kişi le iletişime geçtim. Tüm semptomları söyledim; dışkı fotoğraflarını gönderdim. Çektiğim videoları gönderdim. Akşamki çektiğim, burnundan ses geldiği, göğsünü şişire şişire nefes aldığı videoyu gönderdim. Sağlıklı duruyor burada, birden sabah ne oldu dedi...
Elma sirkeli su verin, ben mantarı öyle tedavi ediyorum dedi. Biraz ağzına dediği gibi elma sirkeli su damlattım. Çünkü o lıkır lıkır su içen minik kuş artık su da içmiyordu, yem de yemiyordu. Ve durumu epey kötüye gidiyordu. Kusmaya başladı; sarı ve yemli bir kusmuk attı gagasından. İnternetten baktım; enfeksiyon diyordu böyle sarı kıvamlı bir kusmuk için. Dedim ben ilaç tedavisine başlamak istiyorum; dışkısı da bozuldu birden bire. Kopkoyu, yeşil sulu dışkı yapmaya başladı. Tir titriyordu hayvan. Mikostatin aldım eczaneden. Üreticinin yönlendirmesiyle yarım suluğa dört damla damlattım; ona da veteriner hekim söylemiş. Onu içirdim önce yavruya. Sonra mama yaptım, yumurtasız. Onu verdim damlalıkla gagasını açtırarak. Ama sürekli kursağı hava doluyordu; ben de yanlardan yavaşça bastırarak havayı çıkartıp tekrar beslemeye devam ediyordum.
Baktım yüzde yetmişi doldu kursağının. Bıraktım biraz dinlensin. Epey de yıpratıyorduk çünkü elle besleyeceğiz diye. Tüyleri hep mama kalıntılarıyla doluydu. Açmıyordu gagasını, istemiyordu sanki daha yaşamak

Birkaç saat sonra baktım, kursağı yine boşalmış. Sulu ve koyu renk dışkılamaya devam ediyordu. İlaçlı suyu yeniden yaptım verdim miniğe. Elimde bayılır gibi oldu. Halbuki bir iki damla bile zor veriyordum. Eyvah diyordum, çok ağır geliyor. Masaya koydum yine; bir kafasını salladı, kendine geldi. Yine epey uğraşarak ve onu epey yorarak biraz besledim. Artık kendi kendine darı yemesini istiyordum. Böyle üzüyordum onu. Bir haftadır bana yumuşacık davranan bu insanlar, niçin gagama zorla bu kocaman plastik şeyi sokuyorlar diyordu muhtemelen (damlalık)

Onu o eski polar parçaya sardım yine, bu defa kafesi olmadan, zigon bir sehpanın üzerinde kaloriferin yanına yanaştırdım. Arada bir içinden çıkıyordu, ah diyordum kendine geliyor. Aspur uzatıyordum; yemiyordu.
İki saat geçti, akrep öğleden sonra 4'ün üzerine geldi. Biraz temiz, ilaçsız su içireyim suluktan dedim. Suluğa doğru yine kafasını okşayarak yaklaştırdım. Tam o anda kaskatı kesildi ve en korktuğum şey oldu; ellerimde melek oldu.
Daha oyuncaklarını bile yapmaya başlamamıştım. Pipetlerden, halatlardan, sokaktan bulup kuruttuğum akasya ağacından yapacağım oyuncaklar vardı ona. Çok erken gitti, daha 40 günlük bile olmamıştı belki. Dışarıyı gösterememiştim ona. Abisi Duman ile daha çok oyunlar oynayacaklardı. Peşinde koşturacaktı onun, ibiklerini çekiştirecekti, belki zorla sırtına binip daha da sinir edecekti bizim zıpır deliyi.
Doyamadım hiç Çakıl'a.


Keşke sonun böyle olmasaydı mis kokulu küçüğüm. Keşke...